| |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
HABER ARA
EN ÇOK OKUNANLAR |
DİN ALGIMIZDA DOĞRU VE YANLIŞLAR29 Aralık 2010, 22:34 DİN ALGIMIZDA DOĞRU VE YANLIŞLAR
Bu gün İslam dini denince elbette Yüce Allah’ın Hz. Muhammet (s.a) aracılığıyla insanlığa bildirdiği din anlaşılır. Bu dinin temel ilkeleri Kuran-ı Kerim’de Allah Tarafından bildirilmiş olup, Hz. Muhammet (s.a) de o temel ilkeler çerçevesinde inceliklerini ve uygulamalarını yaşadığı dönemde ashabına öğretmiştir. O günden günümüze kadar da nesilden nesile nakil yoluyla öğretilmiştir. Bu nakil hem yazılı kaynaklarla hem de sözlü ve uygulamalı olmuştur. Bu süreç içerisinde gerek yazılı gerek sözlü nakillerde, yaşanan hayatın içinden gelen kaynağını dinin temel dayanaklarından almayan, çoğunu toplumsal örf ve adetlerden alan, ya da kadim dönemlerden (Müslüman olan toplumların İslam öncesi dini inançlarından) alan uygulamalar olabilir. Bazı uygulamalar da kültürel etkileşim yoluyla da olabilir. Bazen de iyi niyetle Müslümanlar tarafından ortaya konan, ancak Kuran ve sünnette dayanağı bulunmayan uygulamalar olabilir. Dışarıdan bakınca bunların hepsine birden din denir. Toplum bunu benimsediği zaman artık, eğrisine doğrusuna bakılmaz. Yanlışlıklar ve saçmalıklar da halkın gözünde mutlak doğrudur ve dinin bir parçasıdır. Buna dini terminolojide bidat deniyor. Bidati hasene ve bidati seyyie (iyi ve kötü) diye ayrılıyor. Bu tanımlama hayatın her alanına teşmil (yaylıyor) ediliyor. Aslında benim bu bahse konu ettiğim durum onun da ötesindedir ve daha özel bir durumdur. Kastım dinin inanç ve ibadet alanıyla ilgili kısımdır. Bu alanda işin seyyiesi ve hasenesi olamaz. İnanç ve ibadet alanında dini tanzim yetkisi insanlara verilmemiştir. Allah ve Resulü tarafından, orasına burasına şiş saplayarak, dönerek, ya da bilmem neredeki türbeye çakıl yapıştırarak, türbenin taşlarını yalayarak bir tapınma şekli veya ibadet anlayışı ortaya konmamıştır Peygamberimizin doğumunu anlatan Süleyman Çelebi’nin yazdığı şiirin(mevlit) belli bir makam üzere okunması ve bunun dini bir merasim şeklinde icra edilmesinin dinimizde sonradan başlatılan bir uygulama olduğunu söyleseniz tepkiyle karşılanır dini yıkmakla, ya da sapıklıkla suçlanırsınız. Sınava girecek çocuğunun sınavda başarılı olması, evde kalmış kızcağızının nasibinin çıkması için türbelere koşanların yanlışlığını söyleseniz küfrünüze fetva basacak bir sürü adı hoca olan insan çıkar. Anadolu’da adım başı bez bağlanmış dilek ağaçları vardır. Anadoluda adım başı ölümden ibret alma amacının çok ötesinde nerdeyse hacet için yüz sürüp dua edilecek mekanlar haline getirilen türbeler insan kaynar.Kuran mı emreder bunları, yoksa peygamber (a.s) böyle mi öğretti bu dini, hâşâ! Beş vakit namaz kılan bir Müslüman günde kırk defa ‘yalnız Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz’ diyen bir Müslüman bu çelişkiye nasıl düşer de Allah’tan isteyeceklerini O’nun yarattıklarından ister. O zaman şirki nasıl tanımlayacağız. Alabildiğine sade ve sıkıntısız olması gerekirken (zaten yeterince acı ve sıkıntı yaşarsın) bir yakınınız vefat ettiğinde karşınıza o kadar çok bidat uygulama çıkartılır ki,of ki of. Sineye çekersin. Yapılması gereken ölen insan için içten dua ve varsa imkân ölçüsünde hayır ve hasenattır. Ama iş o kadar abartılır ki nerdeyse İslam öncesi Yuğ merasimi hortlatılır. Dini bilgilerinin yetersizliği, toplumsal bazı baskılar bu tür dini kuralların dayanaklarını, doğruluğunu ve yanlışlığını da sorgulatmaz. Özelikle Kuran’ı okuyup ancak anlamayan, anlayabileceğine de inanmayan derin hocalarımız(!) da bunların sorgulanmasından hoşlanmazlar. Maddi ve manevi rant alanıdır bir yönüyle. Aslında toplumumuz da sorgulamaya pek hevesli değildir. Özellikle dini alandaki statükonun sorgulanması hem kurumsal anlamda hem de pratiğe dökülen yönüyle büyük bir dirençle karşılanır. Dinin emir ve uygulamaları özünden ve ruhundan uzak mantıktan yoksun körü körüne taklitten ibaret olur. Bir sürü saçmalıklar yığını din gibi algılanarak uygulanır. Bir süre sonra da gerçekten Allah’ın gönderdiği peygamberin öğrettiği din zannedilir. Çözüm, onun bunun dediğinden, onun bunun yazdığından değil, dinin ana kaynaklarından akademik (ilmi) bir anlayışla dini eğitimi yaygınlaştırmaktır. Toplumumuzda sağlıklı bir din bilinci oluşturmaktır. Çağ değişti. Artık iletişim çağındayız. İmkânlar çok. İnternet ortamında bilgiye ulaşmak çok kolay. Bu anlamda Diyanet teşkilatına çok iş düşüyor. Ve ben ümitvarım. ANAMUR-30/12/2010 Bu haber 1340 defa okunmuştur. Gönderdiğiniz resimler değerlendirildikten sonra sitemizde yer alacaktır.
|
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Kaynak adı yazılmadan alıntı yapılamaz. Altyapı: MyDesign Haber Sistemi |